Eskisinin aynısında yarattığımız fark: Seçim kampanyası notlarımız

31 Mart yerel seçimleri için yürüttüğümüz kampanyada olanı olduğu gibi kabul edip tekrarlamak yerine, bunları düzenin hizmetine nasıl koyabileceğimizi düşündük. Seçim yasaklarının başlamasıyla sonlanan kampanyamızın hızlı bir değerlendirmesini yapmak istiyorum.

https://www.fayn.press/eskisinin-aynisinda-yarattigimiz-fark-secim-kampanyasi-notlarimiz

İki Afet Arası Bir Türkiye’de Toplum ve Devlet

Bu kısa değerlendirme notunda 1999-2023 arasında geçilen başkanlık sisteminin, kapasitesi artan belediyelerin, ciddi kurumsal örgütler haline gelen sivil toplum kuruluşlarının ve taban topluluklarının depremdeki faaliyet ve etkilerini özetlemeye çalışarak Türkiye siyasetinin bir fotoğrafını çekmeye çalışacağım.

https://www.tesev.org.tr/tr/research/iki-afet-arasi-bir-turkiyede-toplum-ve-devlet/

Kompost Çağında Müşterekler Siyaseti

Turkey Beyond Borders: Critical Voices, New Perspectives (Sınırların Ötesinde Türkiye: Eleştirel Sesler, Yeni Perspektifler) 2.0 projesi, akademisyenlerin sivil-asker ilişkileri, cinsiyet politikaları, çevresel bozulma, Kürt sorunu, Alevi sorunu gibi konular üzerindeki bilgilerini ve uzmanlıklarını özgürce paylaşabilecekleri bir platform olmayı sürdürmeyi amaçlıyor.

Turkey Beyond Borders 2.0’ın ilk yayınlanan seminerinde, konuşmacı Dr. Ulaş Bayraktar’dı. Bayraktar, “Kompost Çağında Müşterekler Siyaseti” başlığı altında, kompost çağını anlatarak, medeniyeti ve medeniyet kaybını ele alıyor. Türkiye’de kentleşmeye de değinen Bayraktar, “toplumsallık” kavramına dair bir anlatı sunuyor.

Hrant Dink Birlikte Yaşam Festivali Dayanışmanın Yerel Hali Oturumu

2-3 Temmuz’da İstanbul Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde Türkiye ve Türkiye dışından sivil toplum kuruluşlarının, hak savunucularının, aktivistlerin, akademisyenlerin, öğrencilerin ve sivil topluma ilgi duyanların katıldığı Bir Arada Yaşam Festivali kapsamında yer aldığım Tabandan gelen hareketler: Dayanışmanın yerel hâli başlıklı oturumun kaydını buradan da paylamış olayım.

Herkes Biliyor…

OHAL komisyonunun Barış İmzacıları olarak hakkımızdaki kararları arka arkaya gelmeye başladı.Sayfaya girip bakmıyorum bile.

Çünkü biliyorum sonucu, biliyoruz, herkes biliyor.

Bu vesileyle ceza davası için hazırladığım ama kayıtlara geçirme fırsatı bulamadım mahkeme beyanımı paylaşmak istedim.

“Sayın Hakim, Sayın Mahkeme Heyeti

Aylardır bu salonda aynı suçlamaya karşı yüzlerce arkadaşımı, hocamı, meslektaşımı dinlediniz, yargıladınız. Onlardan farklı ne diyebilirim bilemiyorum onun yerine Leonard Cohen’in bir şarkısını dinletmek isterdim size aslında.

Everybody Knows der Cohen, Herkes biliyor…

‘Herkes biliyor, zarların hileli oldugunu

herkes parmaklarını çapraz yapar yuvarlarken

herkes biliyor, savaşın bittiğini

herkes biliyor, iyi adamların kaybettiğini

herkes biliyor, dövüşün hileli oldugunu

fakirler fakir kalır, zenginler zenginleşir

hep böyle gider herkes biliyor

herkes biliyor, geminin su aldığını

herkes biliyor, kaptanın yalan söylediğini

herkeste bu buruk duygular

sanki babaları ya da köpekleri ölmüş gibi’

Bugün ben de sizin kıymetli vaktinizi alıp, mahkemenizi haybeye meşgul etmemek için buruk duygular içinde sadece ‘herkes zaten biliyor’ demek istiyorum.

Herkes biliyor sadece barış istediğimizi; ne talimat aldığımızı, ne propaganda yaptığımızı.

Hepimizi umutlandıran barış sürecinin kesintiye uğratılmasından kimlerin, hangi örgütlerin kazançlı çıktığını, kimlerin bu sonuca giden yolun taşlarını döşediğini herkes biliyor.

Bunun bedelini kimlerin ödediğini de biliyor herkes. Evlerinden, yurtlarından, canlarından kimlerin olduğunu herkes biliyor. Çok anlatıldı bu salonlarda, çok söylendi. Siyasi açıdan anlatıldı, , akademik olarak, herkesin anlayacağı biçimde… Dolayısıyla herkes, dünya alem biliyor ne ızdırapların çekildiğini.

Bu çekilen acılara karşı nafile haykırışımızın da evrensel insan hakları, ulusal mevzuat ve uluslararası sözleşmeler ışığında düşünce, ifade ve eleştiri özgürlüğüne göre değerlendirilmesi gerektiğini de herkes biliyor.Tüm bunları herkes gibi hatta herkesten fazla bildiğiniz halde ceza vereceğinizi, neden vermek zorunda olduğunuzu da herkes biliyor.

Ama bildiğiniz halde belki itiraf etmeyi göze alamadığınız başka bir şeyi söyleyeyim ben size. Sadece bir bildiriye imza atarak itiraz ettiğimiz güvenlik politikaları yüzünden şehitler de ölüyor hakim bey; babalar, kardeşler, çocuklar şehit düşünce ölüyorlar. En azından ben beş yaşından beri böyle biliyorum, böyle yaşıyorum.Babam yüzbaşıydı. 1980’de o zamanki adıyla Apocular adındaki grupla girdiği çatışmada vuruldu ve canından oldu, annem gencecik yaşta sevgilisinden, ben ve kardeşim de babamızdan. O zamanlar bu slogan var mıydı bilmiyorum ama şehitler ölmez sloganını sonradan her duyduğumda acaba babam şehit mi olmadı, yoksa ölmedi mi diye düşündüğümü hatırlıyorum.

Bunu da bilin diye söylüyorum. Ben o metni imzalarken ne bir örgütü, ne şiddeti, ne hendekleri ne de silahlı mücadeleyi savundum. Ben sadece orada sakin, huzurlu, barış içinde bir hayat yaşamak isteyen yurttaşlarımın yaşam hakkını, adalet hakkını talep ettim. Bunları ihlal eden uygulama ve politikaların hukuksuzluğunu ilan ettim.

Ama aynı zamanda bu hukuksuz politikalara emir komuta hiyerarşisi içinde uymaları beklenen güvenlik güçlerinin de yaşamlarını savunmak için o imzayı attım. Çünkü babamı benden alan bu politika bir işe yarasaydı, aradan geçen 41 yıl sonra hala gencecik insanlar canlarını veriyor ya da tehlikeye atıyor olmazlardı.

O yüzden sayın hakim bey bilin ki ben o imzayı aynı zamanda bölgede görev yapan güvenlik güçleri, bir işe yaramadığı bilinen hatta devletin en yüksek otoriteleri tarafından zamanında teslim edilen bir politika uğruna artık canlarını vermesinler diye de attım. Onların eşleri, çocukları, aileleri, dostları benim gibi onbinlerce şehit yakının çektiği acıları çekmesin diye attım. Sizin için attım, çocuklarınız için attım. Bizim için hapis cezası isteyen sayın savcı için attım. Şu anda burada görev yapan, ifademi alan, telefonlarımı dinleyen güvenlik ve istihbarat görevlileri için attım. Buraya mahkum getiren astsubay için onbaşı için attım.

Artık kimse bu nafile politika için canından, cananından olmasından diye imza attım. Biliyorsunuz biliyorum. Bunları rahat rahat konuşacağımız günler de gelecek inanıyorum.

Garip hatta saçma ama her şeye rağmen umutluyum.

Haklıyım ama alacağım yok onu da biliyorum ama yine de yüzümü, yüreğimi bir kere bile karartmadan, irademin umudu ile beraatimi istiyorum.”

Beyazlı, mavili, karalı; an be an şimdiki zaman…

Anların toplamından oluşur zaman. Zaman geçer, an yaşanır şöyle ya da böyle; peki ne kadar anlaşılabilir içinden geçilen anlar? Geçmiş zamana dair yorum yapmak mümkün, kolay. Herkes kendi meşrebince bir anlam atfeder yaşanmış anlara. Bazen huzurla, bazen keşkelerle… Gelecek zamana dair de belkilerle, acabalarla dolu cümleler, temennili beklentiler kurulabilir. Maharet şimdiki zamana, yaşanmakta olan anlara bir anlam yükleyebilmek. Geçmişin gölgesinde, geleceğin belirsizliğinde şimdiyi seçebilmek.

Veli Mert’in Monokronik eserleriyle hasbihal ederken yaşamakta olduğum, olduğumuz şimdiye dair seslerin, hislerin ipuçlarını sezdiğimi hissettim.

“Beyazlı, mavili, karalı; an be an şimdiki zaman…” yazısını okumaya devam et

Ümitvâr Bir Zeytinliğin Ahvali

Önce zeytin ağacımız olmuştu. “Bir zeytin dalı istedik, işimizden ettiniz; bugün bir zeytin ağacımız oldu. Beğendiniz mi yaptığınızı?” diye yazmıştık yola çıkarken. Aradan 16 mevsim geçmiş; bazen ılık, bazen çok sıcak, genelde kurak ama hep umitvâr, direngen.

https://manifold.press/umitvar-bir-zeytinligin-ahvali?fbclid=IwAR3SVAKeT4ATudvmV4XKVQKN2j2Y_n5FVksOTm7-Up37PjsKsRglTf9rC9A

“Ümitvâr Bir Zeytinliğin Ahvali” yazısını okumaya devam et